21 Mart 2012 Çarşamba

Sevde Franny


otobüse bindi.. ince çoraplarının içindeki biçimli ayakları üşüyordu.. ayakta duranlar ve her nedense oturmayı tercih etmedikleri birkaç boş oturak vardı.. bir tanesine zarifçe oturdu.. zarifçe derken gerçek bir zarafetten söz etmeliyiz.. tam oturmak üzereyken aracın hareketlenmesini, başına gelen her türden vakaya gösterdiğinden farksız bir güçlü zerafetle göğüsledi.. dışarıya, az önce ayrıldığı durağa doğru bakarken beresini çıkardı başından.. hala donuk gözlerinde, onu herhangi bir yeni yetme öğrenciden ayıran vakur ve derin bir ağrının izleri vardı.. sorgulanmış, sorgulanmakta olan bir hayata polyanna makyajını sürmek için fazla üşengeç, hayli yorgundu bu günlerde.. hayalleri sürüncemedeydi.. bir şeyler olmasını beklemiyordu.. ne kadar devinirse devinsin, ne kadar kendine doğru kaçarsa kaçsın, kabullenmesi gerekenin ve kabulleneceğinin "bu" olduğunu biliyordu.. ona verilenin, onun için takdir edilenin bu olduğunu... otobüs haddinden fazla sıcaktı, montunu çıkarmayı düşündü, vazgeçti.. çantasından telefonunu çıkardı.. birkaç saniye baktıktan sonra tekrar yerine koydu.. sokağı izlemeye koyuldu yeniden.. dakikalarca nefesini tuttuktan sonra dayanamayıp kendini bırakan birinin halet-i ruhiyesine denk, o malum kabz periyodlarından biriydi.. ya da tam tersi.. ailesinin yaşadığı ekonomik sorunları aklından atabilmek ya da en azından bu elini kolunu bağlayan vahşi çaresizliği zihninde ehlileştirebilmek için gereken gücü bulamıyor, bulamadıkça da banknotların ardı sıra binlerce harami omurgasına çöküyordu.. içine kaybolmamak istermiş gibi hafifçe doğrulup derin bir nefes aldı.. dudaklarını ıslattı.. yine çantasını açıp şehir tiyatrosu programlarının yazılı olduğu broşürü eline aldı.. evirip çevirdi.. vazgeçti.. olgunluk denen şeyin aslında zorla çocukluktan, şaşırmaktan vazgeçirilmek ve genel itibariyle susmak olduğunu düşünüyor, ama gene susarak - her şeyin ne olur birazcık susmasını yürekten dileyerek - olgunluktan uzaklaşmak, kendine, içine gitmek istiyordu.. ironik.. bütün bu gürültülü ve aslında onu bir yerlere sürükleyen ama sadece sürükleyen fırtınanın seyrine tekrar kapılmadan önce, kaçmayı becerebileceğini düşünmeye, çocukça inanmaya ihtiyacı vardı.. fakat bir bakıma da rahattı kız.. biliyordu ki aralanan bu geçici gerçek kapısı kapandığında, kaldığı yerden devam edeceği zaman, onu güler yüzle bekleyen palyaçolar her zaman olacaktı.. motivasyonları vardı.. yaptığı hiçbir şeyden pişmanlık duymayacaktı mesela.. ta ki bu kapı geçici olarak tekrar açıldığında, pişmanlıktan ne kadar korktuğunu yüzüne vurasıya kadar.. sonra bir daha kapanacak, umumi tuvalette dakikalarca ağladıktan sonra yenilenmiş makyajı ve gülümseyen yüzüyle masasına geri dönen bir kadın gibi çiçek açacaktı.. gülümsemek, en güzel susmaktır..


Onur Erler - 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder